John Lardas Modern – Nöromatik (2023)

Bilişsel devrim, maneviyat, toplum ve zihin arasındaki ilişki hakkında önemli bir çalışma.

John Lardas Modern, 19. yüzyılın sonlarından bugünün sibernetikçilerine uzanarak din ve beynin tarihini iç içe okuyor, inancın doğası sorusu üzerine derinlemesine düşünüyor.

Aydınlanma düşünürlerinin Rönesans’tan devralarak üzerine kafa yordukları temel mesele, işleyiş kuralları zihin tarafından çözülmeye başlanan maddeye kıyasla zihnin ve/ya ruhun nasıl tanımlanacağı, nerede konumlandırılacağı sorusuydu.

Gelgelelim ne Aydınlanma düşüncesini kendine siper ederek Kilise’nin siyasi nüfuzuna meydan okuyan devrimin Fransa’sında, ne de devrim filozoflarıyla yakınlıklarını gizlemeyen “reformcu”/“radikal” liberallerin siyasette giderek gücünü hissettirdiği İngiltere’de, zihnin işleyişinin nasıl açıklanacağı sorusuna sarih bir yanıt bulunabilmiş değildi.

‘Nöromatik’, Avrupa’da böylesine dallanıp budaklanmakta olan “bilince dair çetin soru”nun Amerikan bilimi, maneviyatı ve toplumunda yarattığı çalkantıların izini sürüyor.

Bilincin gerek zihin gerek ruh olarak, daha çok da her iki veçhesiyle birden tezahür ettiği deneylerin peşinde ilerlerken tarihçi John Lardas Modern, Foucault’nun soykütük yöntemine başvurarak 19. yüzyılın ikinci yarısından İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme ve nihayet günümüze dek uzanan bir zaman kesitinde, genelgeçer bilim tarihi ve felsefesinin tasvir ettiğinden bambaşka bir manzaranın parçalarını birleştiriyor.

Ve iki nöron arasında bir sinaps yakaladığımız her defasında bilgiyi not ederek bir hafıza kaydı açmayı ve soykütük inşasına başlamayı teşvik ediyor.

Yeraltı edebiyatı ile devlet sırrı vasfındaki araştırmaların hangi ortak mutfaklarda hangi dolambaçları kat ederek buluştuğunu görmeye, idrak etmeye, düşünmeye davet ediyor.

  • Künye: John Lardas Modern – Nöromatik: Maneviyatçılıktan Sibernetik Çağına Beynin, Zihnin ve Dinin Tarihi, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, Say Yayınları, bilim, 520 sayfa, 2023

Jacques Rancière – Anlaşmazlık (2021)

 

Jacques Rancière, siyasetin ve felsefenin doğası ve özgüllüğü üzerine derinlemesine düşünüyor.

‘Anlaşmazlık’, Aristoteles’ten yola çıkıp demokrasinin çağdaş görünümlerine uzanıyor ve bu esnada “politik felsefe”nin temelini ve başat biçimlerini tanımlıyor.

Rancière çalışmasına, Aristoteles’in politikaya özgü logos’u tanımladığı, temellendirici sayılan damarları tartışmaya açarak başlıyor.

Daha sonra, mantıksal-politik hayvan kavramsallaştırması içerisinde, felsefenin

Platon’la beraber reddettiği, ama Aristoteles’le beraber kendi bünyesine maletmeye çalıştığı noktayı açımlamaya girişiyor.

Düşünür ayrıca, demokrasi teriminden ne anlaşılabileceğini ve onun konsensus sisteminin pratiklerinden ve meşrulaştırmalarından ne bakımdan farklı olduğunu açıklayacak bir takım düşünme önerileri de sunuyor.

Kitaptan birkaç alıntı:

“Siyasete özgü olan şey yarattığı kopuştur; halkın ihtilaflı “özgürlüğü” olarak ortaya çıktığı vakit eşitliğin yarattığı etkidir… Siyaset, paydan yoksun bir paydanın kayda geçmesi sonucu toplumun pay ve paydalarının hesabının altüst edildiği yerde varolur. Herhangi bir kimsenin herhangi bir başkasıyla olan eşitliği, halkın özgürlüğünde kayda geçtiği zaman siyaset başlar.”

“Demokrasinin biçimleri, üç ilkeye dayanan bu düzeneğin tezahür biçimlerinden başka birşey değildir. Halkın görünür olabileceği belli bir alan varsa, demokrasi vardır. Ne devlet düzeneğine ne de toplumun kesimlerinden herhangi birine ait olan siyasi aktörler her nerede mevcutsa, Devleti ya da toplumu oluşturan kesimlerle özdeşleşimi altüst edecek topluluklar her nerede mevcutsa, işte orada demokrasi vardır. Son olarak, nerede kendiyle özdeş olmayan bir aktör tarafından halkın belirdiği sahnede ortaya konan bir ihtilaf mevcutsa, orada demokrasi vardır.”

“Demokrasinin biçimleri, bu görünüşün ortaya çıkış biçimidir; kimlik temelli olmayan bu özneleşmenin ve bu ihtilafın ortaya konuş biçimleridir… Bireyleri demokrasiye yatkın kılan şey onların ethos’u veya ‘varoluş tarzı’ değil, fakat bu ethos’tan kopuş, konuşan bir varlık olma yetisi ile yapıp-etme, varolma ve söyleme arasındaki her tür “etik” uyum arasında deneyimlenen bir gediktir.”

  • Künye: Jacques Rancière – Anlaşmazlık: Siyaset ve Felsefe, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, MonoKL Yayınları, felsefe, 168 sayfa, 2021

Frances Yates – Giordano Bruno ve Hermetik Gelenek (2021)

Hermetizmin tarihi ve hermetizmin Giordano Bruno ile Rönesans düşüncesi üzerindeki etkisini irdeleyen çok önemli bir araştırma.

Rönesans araştırmaları, Warburg tarihi, 16. yüzyıl tiyatrosu, Batı ezoterizmi ve okültizmi üzerine yaptığı özgün incelemelerle bildiğimiz Frances Yates, hermetizmin yanı sıra Orta Çağ’dan gelen mistisizm, sihir ve gnostisizm hakkındaki ufuk açıcı saptamalarıyla da dikkat çeken bu çalışması ile Rönesans tarih yazımını dönüştürdü.

Kitap, özellikle Giordano Bruno hermetik gelenek içinde tartışması ve bunun yanı sıra 16. yüzyıl düşüncesinin sağlam bir fotoğrafını çekmesiyle dikkat çekiyor.

Yates’e göre, Bruno, evrenin sonsuz olduğu ve evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğu yönündeki fikirlerinden ziyade hermetik geleneği benimsediği için yakılmıştı.

  • Künye: Frances Yates – Giordano Bruno ve Hermetik Gelenek, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, Say Yayınları, felsefe, 632 sayfa, 2021

Frances A. Yates – Hafıza Sanatı (2020)

Hafızanın eski toplumlardaki yeri üzerine eşine az rastlanır bir çalışma.

Frances Yates, hafıza sanatının Antik Yunan, Ortaçağ ve Rönesans boyunca geçirdiği dönüşümü çok yönlü bir bakışla izliyor.

Pek çok sanatı icat eden Yunanların bir hafıza sanatı da icat ettiği, bu sanatın da tıpkı diğerleri gibi Roma’ya aktarıldığı, oradan da Avrupa geleneğine geçtiği pek bilinmez.

Bu, “yer” ve “imgeler”i hafızaya nakşetme yoluyla ezberlemeyi amaçlayan bir sanattı.

Çoğunlukla “hafıza tekniği” (mnemotechnics) olarak sınıflandırılan bu sanat, modern çağlarda insan faaliyetinin oldukça önemsiz bir kolu gibi görünür.

Oysa matbaadan önceki devirlerde idmanlı bir hafıza yaşamsal önem taşıyordu ve teknikten ziyade bir sanattı.

İşte Yates’in bu kitabı da, Keoslu şair Simonides’in mucidi olduğu hafıza sanatının ortaya çıkışını ve gelişimini ayrıntılı bir bakışla izliyor.

Yates çalışmasına, klasik dönem hafıza sanatının Latincedeki kaynaklarını irdeleyerek başlıyor ve devamında da,

  • Antik Yunan’da hafıza sanatı,
  • Ortaçağ’da hafıza sanatı,
  • Ortaçağ’da hafıza ve imgelerin oluşumu,
  • Hafıza risaleleri,
  • Rönesans hafızası,
  • Hafıza tiyatrosu,
  • Camillo’nun tiyatrosu ve Venedik Rönesansı,
  • Hafıza sanatının iki türü olarak Llullculuk ve Ramusçuluk,
  • Giordano Bruno ve hafıza sanatı,
  • Ve Robert Fludd’ın tiyatro hafıza sistemi gibi, ilgi çekici konuları ele alıyor.

Yates’e göre, hafıza sanatının Avrupa geleneği içinde nesilden nesle aktarılmasını, asla unutulmadan, daha doğrusu modern zamanlara kadar unutulmadan gelmesini sağlayan şey de, hafıza sanatının belagat sanatının bir parçası olmasıdır.

  • Künye: Frances A. Yates – Hafıza Sanatı, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, inceleme, 432 sayfa, 2020

Jacques Rancière – Aisthesis (2019)

Neyin sanat, neyin sanat olmadığına kim karar verir?

Başka bir deyişle sanatsal algı ve yorum rejimi, tarih içinde nasıl dönüşüm geçirdi?

İşte Jacques Rancière’in bu önemli çalışması, her şeyden önce dört dörtlük bir sanatsal modernite tarihi olmasıyla dikkat çekiyor.

Rancière burada, estetiğin kurucu temellerini on dört epizot üzerinden açıklıyor ve böylece estetik rejiminin tarih boyunca nasıl radikal kırılmalardan geçtiğini gözler önüne seriyor.

Kimi zaman bir tiyatro temsili, kimi zaman bir sözlü sunum, bir sergi, bir müze veya atölye gezisi, bir kitap veya kimi zaman bir filmin piyasaya sürülüşü üzerinden ilerleyen Rancière, kitabında,

  • Sanatın algılanması, hissedilmesi ve yorumlanmasına ilişkin bir rejimin nasıl geliştiğini,
  • Gündelik hayatın en bayağı sanatsal figürlerinden konser salonu varyetelerine estetik algının nasıl dönüşümler geçirdiğini,
  • Sanatın, tekdüze hayat karşısında kendini nasıl olup da sürekli yeniden tanımlayıp geliştiğini,
  • Belli bir sanatsal tezahürün sanat paradigmalarında nasıl değişimlere neden olduğunu,
  • Kırık bir heykelin nasıl mükemmel bir sanat yapıtı haline geldiğini,
  • Bitli çocukların görüntüsünün nasıl olup da İdeal’in temsiline dönüştüğünü,
  • Takla atan palyaçoların nasıl şiirsel uzayda bir kaçışa işaret ettiğini,
  • Bir mobilyanın nasıl bir tapınağa, bir merdivenin bir karaktere, yamalı bir tulumun prenslere layık bir giysiye, bir tülün kıvrımlarının bir kozmolojiye nasıl dönüşebildiğini ve bütün bu olguların sanat/estetik denen alandaki yerini kapsamlı bir bakışla tartışıyor.

Rancière bütün bu konuları, genel olarak “sanatın estetik rejimi” başlığı altında ele alıyor.

  • Künye: Jacques Rancière – Aisthesis: Sanatın Estetik Rejiminden Sahneler, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, MonoKL Yayınları, felsefe, 336 sayfa, 2019

Jason Read – Sermayenin Mikropolitikası (2014)

Bugünün kapitalist üretim tarzı ile öznelliğin üretimi arasında ne gibi bir ilişki var?

Jason Read bu önemli çalışmasında, hem Marx’ın kavramlarında öznelliğin üretimine ilişkin ipuçlarını arıyor hem de Michel Foucault, Étienne Balibar, Jacques Rancière, Antonio Negri, Mario Tronti, Paolo Virno ve Maurizio Lazzarato’nun kışkırtıcı metinlerinde bunun nasıl boyutlandırılıp geliştirildiğini araştırıyor.

  • Künye: Jason Read – Sermayenin Mikropolitikası, çeviren: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları