Hale Yılmaz – Türk Olmak (2023)

Köklü reformların, sosyal mühendisliğin ve ulusal kimlik inşasının yaşandığı Erken Cumhuriyet dönemine ışık tutan önemli bir çalışma.

Hale Yılmaz, modern Türkiye’nin tarihini anlamak isteyen herkesin zevkle okuyacağı bir kitaba imza atmış.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarını ele alan tarihî ve siyasi çalışmalar genellikle cumhuriyetçi çağdaşlaşma projesinin seçkinci ve devletçi yanlarının altını çizer.

Oysaki Erken Cumhuriyet Dönemi’ndeki Türkiye toplumunu ve kültürünü daha iyi anlamak için reform sürecinin toplumsal yanlarının araştırılıp incelenmesi elzemdir.

Atatürk inkılâpları ya da Kemalist reformlar olarak da bilinen Erken Cumhuriyet Dönemi reformları, çeşitli toplulukların yıllarca süren savaş ve yıkım esnasında yaşadıklarıyla hesaplaşmalarını da içeren daha geniş bir sosyal sürecin parçası oldu.

  • Sıradan insanların Kemalist reform sürecine ilişkin tecrübeleri nasıldı?
  • Vatandaşlar devlet eliyle gelen değişiklikleri nasıl karşıladılar ve bunlara tepkileri ne oldu?

Bu süreç, bir uçta edilgen bir kabul edişten diğer uçta tümden redde kadar uzanan bir silsile boyunca çok çeşitli karşılıklar içeriyordu.

Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından Demokrat Parti’nin kurulmasıyla çok partili siyasetin başladığı 1945’e kadar uzanan dönemin ele alındığı bu çalışmada, Kemalist reformların anlamının kişiler, topluluklar ve devlet arasında nasıl müzakere edildiği inceleniyor.

Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan reformlar çerçevesinde Türkiye’de devlet-toplum ilişkileri ve bu sürecin daha iyi anlaşılması amacıyla devletin modern bir “Türk” ulusu yaratmaya yönelik girişimlerine dair farklı alanlardaki yenilikler ele alınıyor.

  • Künye: Hale Yılmaz – Türk Olmak: Erken Cumhuriyet Döneminde Milliyetçi Reformlar ve Kültürel Tartışmalar 1923 1945, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, inceleme, 312 sayfa, 2023

Pierre Bourdieu – Kültür Üretimi (2023)

Avrupa toplumlarında sanatın kurumsallaşmasının tarihi, sanatın özerkliğini kazanmasının tarihidir.

Rönesans’ta tohumları atılan bu özerkleşme süreci boyunca sanat, Kilise ile Saray’ın himayesinden ve vesayetinden koparak bağımsızlaşır.

Aynı süreçte kapitalizmin yükselişine koşut bir sanat piyasası örgütlenir.

Bir yandan da sanat tarihi ve sanat eleştirisi başlı başına birer yazın türü olarak gelişir.

Ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, kendi bilgisini ve estetiğini kendi içinde belirleyen, otoriteyi ve meşruiyeti kendi mercilerinden devşiren bir sanat alanı teşekkül etmiştir.

Ne var ki, bu alan bir yandan da piyasaya tâbidir; oysa varlığını “ekonomi”nin inkârı üzerine tesis etmiş, kendini “ticari” kaygıların reddiyle tanımlamıştır.

Pierre Bourdieu, burada yayımladığımız iki temel makalesinde, sanat alanına damgasını vuran bu paradoksu masaya yatırıyor ve “sembolik mallar”ın üretimindeki yapısal dinamikleri ortaya koyuyor.

Tiyatro, edebiyat ve görsel sanat alanlarındaki saha araştırmaları üzerinden, kültürel üretimin temel yasası olan rekabetin nasıl işlediğini inceliyor.

“Çıkar gözetmezlik”, “saf estetik”, “sanat-için-sanat” gibi şiarların üstünü örttüğü sembolik iktidar mücadelelerini gözler önüne seriyor.

Randal Johnson’ın sunuş yazısı ise, Bourdieu’nün çalışmalarını ve temel kavramlarını ele alıyor.

  • Künye: Pierre Bourdieu – Kültür Üretimi: Sembolik Ürünler, Sembolik Sermaye, çeviren: Elçin Gen, İletişim Yayınları, sosyoloji, 224 sayfa, 2023

Paul de Man – Okuma Alegorileri (2023)

Paul de Man’ın bu önemli teorik çalışması, Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust’un örnek metinlerine dayanan bir okuma ve yorumlama tarzı ortaya koyuyor.

Kitap boyunca, çağdaş eleştirideki meseleler polemik yerine analitik olarak ele alınıyor.

Edebi metinlerin neden güçlü anlam kaynakları olmasına rağmen epistemolojik olarak tam aksine bir o kadar güvenilmez olduğu retorik bir analizle sorgulanıyor.

De Man bu gerilimin altında metin, tarihsel eleştiri ve dil felsefesini tartışıyor.

  • Künye: Paul de Man – Okuma Alegorileri: Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust’ta Figürel Dil, çeviren: Mustafa Zeki Çıraklı, Alfa Yayınları, inceleme, 456 sayfa, 2023

George L. Kline – Sovyet Felsefesinde Spinoza (2023)

İlkin 1952’de yayımlanan bu kitap, Spinoza yorumunun çatışan Marksist okulların ortaya çıkışı da dahil olmak üzere, 1920’ler ve 30’larda Sovyetler Birliği’nde Spinoza biliminin yeniden canlanması üzerine çok sayıda çalışmayı bir araya getiriyor.

Bu çalışma, bağlama dair referanslar sağlayan uzun bir girişle birlikte, 1923-1932 yılları arasında Spinoza üzerine yayımlanan yedi nitelikli makalenin Kline tarafından yapılan çevirilerini içeriyor.

Bu gelişmeler, bir Batı Avrupa diline önceden çeviri yapılmaması nedeniyle Rusya dışında genellikle bilinmiyordu.

Spinoza’nın Marksist yorumu, yalnızca Batı biliminin baskın geleneklerinden değil, aynı zamanda Devrim öncesi Rusya’nın eleştirel ve olumsuz görüşlerinden de bir kopuşu temsil ediyor.

Bu kitap hem Sovyet felsefesinde Spinoza’nın hem de Spinoza aracılığıyla Sovyet felsefesinin incelenmesini sağlıyor.

  • Künye: George L. Kline – Sovyet Felsefesinde Spinoza, çeviren: Akın Sarı, Ayrıntı Yayınları, felsefe, 192 sayfa, 2023

Jürgen Habermas – Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi (2023)

Jürgen Habermas, 20. yüzyılın sosyal teoride en etkili eserlerinden biri olan kitabının, ‘Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nün temel tezlerini günümüz medya ve sosyal medya koşullarında yeniden tartışmaya girişiyor.

Buna bağlı olarak, politik kamusallığı çökertmesinden endişe ettiği sağ popülizme karşı müzakereci demokrasinin olanaklarını sorguluyor.

‘Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü’, çağın olağanüstü üretken filozofu Habermas’ın kamusal entelektüel kimliğinin altını çizen bir olgunluk eseri.

Kitaptan bir alıntı:

“Sosyal medyalarla, bütün kullanıcıları anlık-kendiliğinden ve hiçbir sınamaya tâbi olmayan müdahalelere davet eden serbestçe girilebilir alanlar oluşuyor. (…) Beğeni ve hoşnutsuzluk tıklarına indirgenerek etkisizleşmiş bu plebisiter ‘kamusallığın’ altyapısı, teknik ve ekonomik niteliklidir. Fakat ilke olarak, adeta redaksiyonel kamusallığın koşullarından azat olmuş, kendi bakış açılarından ‘sansürden’ kurtulmuş bütün kullanıcılar serbestçe girilebilen bu medya alanlarında anonim bir kamusal topluluğa hitap edebilir ve onun onayını almak için tanıtım yapabilirler. Bu alanlar tuhaf bir anonim mahremiyet kazanıyor gibi görünüyor: bugüne kadarki ölçütlere göre ne kamusal ne özel sayılabilirler, daha ziyade şimdiye dek özel mektup alışverişine tahsisli bir iletişimin şişip kabararak kamusallığa dönüşmesi olarak kavrayabiliriz bunu.”

  • Künye: Jürgen Habermas – Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi, çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları, siyaset, 88 sayfa, 2023

Simone de Beauvoir – J. P. Sartre ile Söyleşiler (2023)

Simone de Beauvoir soruyor, Jean-Paul Sartre cevaplıyor.

Bu kitap, hareketli ve canlı bir dönemin düşünce dünyasından pek çok ayrıntı sunduğu gibi, bu efsanevi çiftin kendilerine ve çevrelerine dair ne düşündükleri hakkında önemli ipuçları veriyor.

Kitaptaki söyleşiler 1974 yazında Roma’da, sonbaharda Paris’te gerçekleştirilmiş.

Simone de Beauvoir, bu söyleşilerle ilgili şunları söylüyor:

“Sartre zaman zaman yorgun oluyor, bana düzgün yanıt veremiyordu; kimi zamansa ben esin bulamayarak sudan sorular soruyordum.

Gözüme gereksiz görünen konuşmaları metinden çıkardım.

Geri kalanını ise kronolojik sıraya az çok uygun kalmaya çalışarak temalara göre sınıflandırdım ve kolay okunabilir hale getirmeye uğraştım.

Bilindiği üzere, bir kayıt cihazının sakladığı sözler düzgün biçimde yazılmış bir anlatıya pek yaklaşamıyor.

Ancak konuştuklarımızı yazı diline uygun şekilde baştan yazmak da istemedim, doğallığını korumayı tercih ettim.”

  • Künye: Simone de Beauvoir – J. P. Sartre ile Söyleşiler: Ağustos-Eylül 1974, çeviren: Hasan Can Utku, Everest Yayınları, söyleşi, 472 sayfa, 2023

Silvia Federici – Caliban ve Cadı (2023)

Ortaçağdaki büyük cadı avının, kadınların köleleştirilmesinde nasıl büyük paya sahip olduğunu ortaya koyan kült bir yapıt.

Silvia Federici, ilksel birikim sürecinde kadınların kendi cinselliklerinin ve bedenlerinin nasıl çitlendiğini, toplumsal konumlarının nasıl değersizleştirildiğini gösteriyor.

Tarihe ‘Cadı Avı Çağı’ olarak geçen karanlık dönem, genellikle filmlere ve romanlara konu olmuş, popüler kültürün bir parçası hâline gelmiş Salem cadılık davaları aracılığıyla bilinir.

Oysa okyanusun karşı yakasında yürütülen Salem davaları, aynı dönemde Avrupa’da yaşanan kıyıma kıyasla hikâyenin sadece çok küçük bir parçasıdır.

Avrupa tarihinin yaklaşık 300 yıllık bir dilimine damgasını vurmuş cadı avı çılgınlığı, doğal, iktisadi ve toplumsal koşullarda meydana gelen ani değişimlerin, kimlik bunalımlarının ve ötekine yönelik müzmin düşmanlığın küçük bir kıvılcımla kitlesel bir histeriye dönüşüp Avrupa’yı en ücra yerlerine kadar küle çevirdiği bir yangının adı hâline geldi.

Federici, modern klasiklerden biri hâline gelmiş bu abidevi kitabında, okura bambaşka bir tablo sunuyor.

Cadı avlarının, akıldışı korkuların yol açtığı dizginsiz bir deliliğin uç noktası olmadığını, o sıralar yeni oluşan kapitalist düzenin acımasız ve katı mantığının tamamen ‘akılcı’ ve hesaplanabilir bir sonucu olduğunu gözler önüne seriyor.

Topraksız bırakılan köylülerin isyanlarından kadın bedeninin işgücünü üreten bir kuluçka makinesi olarak görülüp kadının ev işlerine mahkûm edilmesine uzanan süreçte cadı avlarının kadınları değersizleştirmek, şeytanlaştırmak, onların toplumsal güçlerini ellerinden almak için başlatılmış planlı ve meşum bir girişim olduğunu haykırıyor.

Cadıların yok olduğu işkence odalarında, kazıklarda, burjuvanın kadınlık ve eve bağlılık ideallerinin nasıl filizlendiğini anlatıyor.

Toplumsal çalkantıların, açlığın, kıtlığın ve salgın hastalıkların tam ortasında, toplumlar çökerken kapitalizmin yükselişinin, bedenin bir direniş alanı hâline gelişinin, kadınların anlatılmayan hikâyesinin izini sürüyor.

  • Künye: Silvia Federici – Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden, İlksel Birikim, çeviren: Öznur Karakaş, Fol Kitap, feminizm, 344 sayfa, 2023

Ülker Gökberk – Hafıza Kazısı (2023)

  • Bilge Karasu ile Walter Benjamin arasında bir bağ olabilir mi?
  • Birbirinden farklı ve uzak görünen bu iki isim arasında ortak noktalar var mıdır?
  • İkisini karşılaştırmak mümkün müdür?

‘Hafıza Kazısı’ Bilge Karasu’nun ‘Lağımlaranası ya da Beyoğlu’ başlığı altında toplanmış metinlerini Walter Benjamin’in ‘Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocukluk’ ve hafıza ile ilgili diğer metinleriyle birlikte okuyan ve Karasu’nun metinlerindeki tarihsel hafıza katmanlarını araştıran bir çalışma.

Ülker Gökberk kişisel olarak da tanımış olduğu Bilge Karasu’nun anlatılarında kurmacayla birlikte var olan gerçeklik parçalarını bulup çıkarmaya çalışırken ‘Lağımlaranası’nı kişisel ve kolektif hatıraların yansımış olabileceği bir Beyoğlu anlatısı olarak okuyor.

Gökberk “hafıza kazısını” bağlamına oturturken Benjamin’in yanı sıra Freud, Bergson, Ricoeur, Barthes gibi düşünürlerin geliştirdiği yaklaşımlardan yararlanıyor, bunlara ek olarak Türkiye’nin yakın tarihinde Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları gibi önemli konuları ele alıyor.

Walter Benjamin’le diyaloğa soktuğu Bilge Karasu’yu dünya edebiyatının bir parçası olarak yorumlayan ‘Hafıza Kazısı’, Karasu hakkındaki eleştirel yazına kapsamlı bir katkı.

  • Künye: Ülker Gökberk – Hafıza Kazısı: Bilge Karasu’nun İstanbul’u Walter Benjamin’in Berlin’i, çeviren: Kübra Kelebekoğlu, Metis Yayınları, inceleme, 2023

Rebecca Solnit – Bu Kimin Hikâyesi? (2023)

Günümüzde anlatılan hikâyelere son şeklini kimler verecek?

İşte günümüzde bu önemli güce sahip olmak isteyenler arasında büyük bir mücadele hüküm sürüyor: Kadınlar, beyaz ya da heteroseksüel olmayan insanlar kendilerine ait olan başka başka hikâyeler anlatırken erkekler, özellikle de beyaz erkekler öteden beri anlatılan eski hikâyelere ve kendi merkezi konumlarına sıkı sıkıya tutunmaya çalışıyorlar.

‘Bu Kimin Hikâyesi?’nde Rebecca Solnit, son yıllarda ortaya çıkan #MeToo, #BlackLivesMatter ve benzeri hareketleri tarihi bir perspektife oturturken, bu tür değişimlerin ortaya çıkması için cesaret ve kararlılık gösterenleri, karınca kararınca yapılan katkıların birikimsel etkilerini ele alarak bize umut dolu bir hikâye anlatıyor.

Bundan neredeyse yetmiş yıl önce Alabama’da otobüsteki yerinden kalkmayan Rosa Parks’ın bugünün aktivistlerinden Greta Thunberg’e ilham verebildiğine dikkat çeken Solnit, başarısızlığa mahkûm görülen cılız eylemlerin bile, yadsınamayacak bir hakkı savunuyorsa mutlaka bir sonuç doğuracağını söylüyor.

Solnit, hepimize umut aşılıyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Umutluyum, çünkü yoksulluğun nedenleri, iklim değişikliği gerçeği ya da kadınların eşitliği söz konusu olduğunda hakikati anlatan, bizim hikâyelerimiz. Umutluyum, çünkü bu hikâyeler daha fazla insanı bize katılmaya yüreklendiriyor.”

  • Künye: Rebecca Solnit – Bu Kimin Hikâyesi?: Eski Çatışmalar, Yeni Tartışmalar, çeviren: Asude Küçük, Minotor Kitap, siyaset, 224 sayfa, 2023

Selahattin Yıldırım – Türkiye’de Yeni, Toplumcu, Demokratik Belediyecilik (2023)

1970’lerde CHP’nin İstanbul, Ankara, Adana, İzmit ve Çanakkale’deki toplumcu belediyecilik deneyimleri başarıya ulaşmıştı.

Selahattin Yıldırım da, 1973-80 Türkiye demokratik ya da toplumcu belediyecilik hareketini ayrıntılı şekilde izliyor.

Yıldırım, bu belediyecilik hareketinin dönüşümcü, alternatif hegemonya arayışçı, deneme / sınamacı, sezgiselci, gündem belirleyici, yenilikçi, dünyaya açılmacı, farklı bir hukuk yorumu izleyici, bütüncül yaklaşımcı, yeni bir siyaset insanı ve anlayışı oluşturucu niteliklere sahip olduğunu belirtiyor.

Bu belediyecilik hareketinin, “Kentsel Politiko-Sosyal bir Hareket” olarak tanımlanabileceği düşünen yazar, kentsel düzen ya da güç dengeleri içinde -giderek de ülkesel boyutlara ulaşmayı hedefleyen belirli yapısal değişimler, güçlü etkiler yaratmaya yönelik, düşünsel, siyasal, toplumsal ve mekânsal pratikler bütünü olduğunu söylüyor.

  • Künye: Selahattin Yıldırım – Türkiye’de Yeni, Toplumcu, Demokratik Belediyecilik, 1973–1980, Scala Yayıncılık, inceleme, 224 sayfa, 2023