László F. Földényi – Dostoyevski Sibirya’da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu (2022)

“Dostoyevski Sibirya’da Hegel okuyup gözyaşlarına boğuldu.”

İnsan böyle bir cümleyi iki defa okuyor, inanamıyor.

Macar düşünür László Földényi ilk yayınlandığı günden bu yana büyük ilgi çekmiş bu denemesiyle Sibirya sürgünündeki Dostoyevski’nin Hegel’le karşılaşmasını, modern varoluşun en sert edebi eleştirisinin doğum anını ele alıyor.

Dostoyevski dünya tarihinin dışından, yani Sibirya’dan modern uygarlığın “akılcılık”ın elinde ruhsuz, somuta indirgenmiş, tekdüze, gri bir cehenneme dönüşmesini görüyor.

Dostoyevski’yi tarumar eden dehşeti Földényi, karşı-Aydınlanmacı bir hattan yorumluyor.

Földényi’nin denemesine gene Dostoyevski üzerine yazdığı iki metin eşlik ediyor: ilkinde Ölüler Evinden Anılar’ı ele alırken ikincisinde Karamazov Kardeşler’in meşhur vecizesi “Tanrı yoksa her şey mubahtır”a eğiliyor.

Cees Nooteboom, bu kitap hakkında şöyle diyor:

“Sanrılara sürükleyen bir an: ölüme mahkûm edilmiş Dostoyevski Sibirya’nın sonu olmayan boşluğuna asker olarak gönderilir, Hegel’in Tarih’in soyut inşası üzerine düşüncelerini okur; bu ne Sibirya’ya ne de Afrika’ya yer veren bir inşadır, Weltgeist’da (dünya-ruhu) nihayet bulan kutsal sonuyla camdan yapılma duygusuz bir inşadır bu, bu inşada insanlığın tüm şahsi acıları gözden yiter. László Földényi bu meseleyi öyle bir üslupla ele alıyor ki kutsalın onunla birlikte ürperiverdiğini hissedebiliyorsunuz.”

  • Künye: László F. Földényi – Dostoyevski Sibirya’da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu, çeviren: Nihan Soyöz ve Emre Güler, Dergah Yayınları, deneme, 62 sayfa, 2022

Yener Orkunoğlu – Hegel’in Gölgesi (2022)

‘Hegel’in Gölgesi’, Hegel tartışmasına Marksist perspektiften ışık tutan önemli bir çalışma.

Yener Orkunoğlu’nun kitabı, Bakunin’den Adorno’ya dek pek çok önemli ismin Hegel’in felsefesiyle kurdukları ilişkinin izini sürmesiyle özellikle dikkat çekiyor.

Ölümlü olmamak gibi bir huyu vardır düşüncenin: Çoğunlukla, üreticisinin belli bir şimdi ve buradaya sıkışıp kalmış bireysel yaşamının ötesine geçer, üretildiği dönemin sınırlarını aşıp çok daha uzak zamanlara hitap eder, niyet edilenin dışında, başlangıçta öngörülemeyen geniş kapsamlı sonuçları olur.

Öyle ki, düşüncenin mi düşünüre yoksa düşünürün mü düşünceye ait olduğu bile sorulabilir.

Hegel de böylesi görkemli düşünceler içeren bir felsefe sisteminin mimarıydı; daha yaşarken bile etkisini hissettiren ve aynı zamanda karşı çıkışlara maruz kalan, ölümünden sonra felsefesi farklı ve hatta, sağ Hegelciler ve sol Hegelciler ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, karşıt perspektiflere kaynaklık etmeye devam eden, neredeyse yüzyılın ardından yine zihinsel dünyanın şekillenmesinde gerek olumlanarak gerek olumsuzlanarak büyük bir rol oynayan ve düşüncesi, özellikle de “devrimin cebiri” denen diyalektiği, akademik tartışmaların dışına taşıp bir şekilde Marksistler aracılığıyla mevcut realiteye, öğrencilere, dahası eğitimsiz halk kitlelerine, işçilere, köylülere taşınan…

Düşünceler kitleler tarafından sahiplendiğinde maddi bir güce dönüşür demişti Marx. Gerçekten de ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl, dünyayı rasyonel bir şekilde değiştirmek isteyenlerin düşüncelerinin, Varlık karşısında salt öznel bir şey olarak kalmayıp ete kemiğe büründüğüne, giderek nesnel bir hal aldığına tanıklık etti.

Tüm bu düşüncenin nesnelleşme sürecinde “Hegel’in Gölgesi”ni görmemek mümkün değil.

‘Hegel’in Gölgesi Bakunin’den Adorno’ya, Hegel’in felsefesinin neredeyse tüm yönlerine işaret eden bir girişin ardından, Hegel tartışmalarına ışık tutuyor, ona yöneltilmiş değişik suçlamaları gündeme getiriyor ve özellikle de dört ülkedeki –Rusya, Fransa, İtalya ve Almanya– Bakunin’den Adorno’ya dek pek çok önemli ismin Hegel’in felsefesiyle kurdukları ilişkinin izini sürüyor.

Bu bakımdan Türkçede eksikliğini hissettiğimiz bir boşluğu doldurarak önemli bir kaynak oluşturuyor.

Marksist bir perspektiften hareket eden yazarın tüm bu tartışmalar boyunca idealizm ve materyalizmin birliği temelinde geliştirilmiş bir diyalektik kavrayışın önemine dikkat çektiğini de ayrıca belirtmek gerek.

  • Künye: Yener Orkunoğlu – Bakunin’den Adorno’ya Hegel’in Gölgesi, Nota Bene Yayınları, felsefe, 488 sayfa, 2022

Karl Löwith – Hegel’den Nietzsche’ye (2021)

‘Hegel’den Nietzsche’ye’ ondokuzuncu yüzyıl felsefe ve düşünce tarihi üzerine yazılmış en önemli eserlerden biridir.

Karl Löwith bu klasiğinde Hegel ve Nietzsche’yi ondokuzuncu yüzyıl Alman düşüncesinin tarihinin iki ucu olarak konumlandırıyor.

Hegel ve Nietzsche yüzyılın tarihinin başı ve sonudur, ama düşüncenin kendisi söz konusu olduğunda baş ile son adeta yer değiştirir.

Karşıtlıkların evrensel uzlaşmasını temellendirmeye dönük rasyonalist çerçevenin mimarı Hegel’den, modernliğin hiçliğine karşı yeni bir başlangıcın peşinde, paradokslar ve çelişkiler karşısında asla geri çekilmeyen Nietzsche’ye kadar, düşünce hangi dönüşümlerden geçmişti?

Ondokuzuncu yüzyıl geçmişten mutlak kopuşu kadar yirminci yüzyıl üzerindeki etkisiyle anılıyorsa, Löwith’e göre, bunda en çok pay sahibi olanlar hiç şüphesiz Marx ve Kierkegaard’dır.

Bu iki düşünür, Hegel’in öne sürdüğü uzlaşmaların altında gizlenmiş olan devrimsel dönüşümlerin sonuna kadar gitmeyi tercih eder.

Löwith de, Goethe ile Hegel’in arasından geçip, Feuerbach’tan Stirner’e, Marx ve Kierkegaard’dan Nietzsche’ye ilerlerken, düşüncenin problemlerindeki dönüşümleri izliyor.

Dönüşümü en tutarlı ifadesine kavuşturmak için çırpınan bir yüzyılın ruhu daha önce belki hiç bu kadar yetkin bir biçimde ortaya konmamıştır.

  • Künye: Karl Löwith – Hegel’den Nietzsche’ye: 19. Yüzyıl Düşüncesinde Devrimsel Kopuş, çeviren: Reyhan Ay, Otonom Yayıncılık, felsefe, 504 sayfa, 2021

Paul Redding – Kıta İdealizmi (2021)

Genel eğilim, Alman felsefesinin klasik anlatımlarının Kant’la başladığı yönünde.

Paul Redding ise, Alman idealizminin öyküsünün ilk olarak Leibniz’le başladığını savunarak Kıta ve Avrupa felsefesinin kökenleri üzerine özgün bir tartışma sunuyor.

On dokuzuncu yüzyıl Alman felsefesinin klasik anlatımları genellikle Kant’la başlar ve ondan sonraki filozofları Kant idealizmine verdikleri cevaplar ışığında değerlendirir.

‘Kıta İdealizmi’nde’ Redding, Alman İdealizminin öyküsünün Leibniz’le başladığını savunuyor.

Redding, Leibniz’in Newton’la uzay, zaman ve Tanrı’nın doğası üzerine tartışmasını irdeleyerek başlıyor ve devamında Leibniz’in kendine özgü idealizm karakterine Platoncu ve Aristotelesçi unsurları dâhil etme biçimini vurgular.

Redding, Leibniz’in uzay ve zaman görüşlerine ilişkin düşüncelerinin nihayetinde Kant’ın “transendental” idealizm düşüncesini nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.

Üstelik Redding, bir yanda Fichte, Schelling ve Hegel gibi Post-Kantçı idealistlerin, öte yandaysa Schopenhauer ve Nietzsche gibi metafiziksel kuşkucuları kapsayan her iki kanadın nihai olarak Leibniz’den türetilmiş bir idealizm biçimiyle boğuşmaya devam ettiklerini ileri sürüyor.

‘Kıta İdealizmi’, felsefe tarihinin en önemli felsefi hareketlerinden birinin yeni bir anlatımını sunmanın yanında, Kıta ve Avrupa felsefesinin kökenlerine duru ve kıymetli bir giriş imkânı yaratıyor.

  • Künye: Paul Redding – Kıta İdealizmi: Leibniz’den Nietzsche’ye, çeviren: Kenan Mutluer, Say Yayınları, felsefe, 376 sayfa, 2021

Dolunay Çörek – Axel Honneth’in Toplum Felsefesinde Tanınma ve Özgürlük (2021)

Kişisel ve toplumsal hayatımız gerçekten bir tanınma mücadelesi üzerine mi kuruludur?

Dolunay Çörek, Hegel’in etik yaşam düşüncesiyle Honneth’in demokratik etik yaşam fikri arasındaki ilişkiyi çözümlüyor.

Çalışma, çağdaş Alman düşünür Honneth’in tanınma ve özgürlük kavramları arasındaki ilişkiyi merkeze alıyor.

Yaşadığımız toplumsal patolojilerin, sosyal özgürlüğün gerçekleşmemesinin bir sonucu olup olmadığı sorusuna yanıt arayan Çörek’in çalışması, bilhassa hukuk felsefesi alanına önemli bir katkı sunuyor.

  • Künye: Dolunay Çörek – Axel Honneth’in Toplum Felsefesinde Tanınma ve Özgürlük, On İki Levha Yayınları, hukuk, 214 sayfa, 2021

Paul Redding – Hegel’in Felsefesi (2021)

Hegel’in fikir dünyası üzerine kısa ve öz bir metin.

Paul Redding, usta düşünürün temel fikirlerini ustaca açıklıyor.

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) on dokuzuncu yüzyılın en önemli filozoflarındandır.

Alman İdealizminin bu büyük ismi aynı zamanda anlaşılması en zor fikirlerin sahibi olarak da tanınır.

Sydney Üniversitesi Felsefe bölümünden Redding’in bu kısa ve dinamik metni ise, Hegel’in sıkça yanlış anlaşılan, bazen de hiç anlaşılmayan fikir dünyasını lisans ve lisansüstü öğrencileri için ele alıyor ve Hegel’e dair sonraki okumalar için sağlam bir başlangıç noktası sunuyor.

  • Künye: Paul Redding – Hegel’in Felsefesi, çeviren: Ahmet Fethi Yıldırım, Beyoğlu Kitabevi, felsefe, 80 sayfa, 2021

Kolektif – Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek (2021)

‘Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek’, Hegel felsefesi ve onun zengin mirası hakkında Türkiye’den yapılmış çok iyi bir katkı.

Kitapta yer alan makaleler, Hegel’in krizleri aşmak adına önerdiği felsefi sistemin, çağımızın politik, kültürel ve toplumsal ayrışmalarına nasıl çare olabileceğini tartışıyor.

Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel’in derlediği çalışma, Hegel’i iki eksende yeniden okuyor ve yorumluyor.

Bunlardan ilki, Hegel’in felsefesi çerçevesinde şekillenen toplumsal ontoloji ile politik düşünce arasındaki bağlantıya ilişkin tartışmaların farklı taraflarını bütünlüklü bir şekilde ortaya koymak.

İkincisi ise, Türkiye’de özgürlük ve adalet mücadelesi veren toplumsal muhalefet çevrelerinde öne çıkan bir politik tutuma –özelde Schmitt-Heidegger ilişkisinden beslenen agnostik anlayışa– alternatif olabilecek entelektüel düzeyde yeni bir felsefi çerçeve önermek.

Çalışma, Hegel’in özgürlük ve otonomi anlayışını, düşünürün politik teorisindeki metafizik boyutu gözden geçirdikten sonra kavrayabilmek ve günümüz dünyasının temel sorunları bağlamında yeniden düşünebilmek adına kaçırılmayacak bir fırsat.

  • Künye: Kolektif – Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek: Eleştiri, Özgürlük, Toplumsal Ontoloji, derleyen: Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Ayrıntı Yayınları, felsefe, 336 sayfa, 2021

Emmanuel Levinas – Tanrı, Ölüm ve Zaman (2021)

‘Tanrı, Ölüm ve Zaman’, çağdaş fenomenolojiye etik alanında getirdiği yorumla dikkat çekmiş düşünür Emmanuel Levinas’ın 1975-76 akademik yılında Sorbonne Üniversitesi’nde vermiş olduğu; “Tanrı”, “ölüm” ve “zaman”  kavramları etrafında şekillenen derslerinden oluşuyor.

Düşünür bu derslerinde, Aristoteles, Platon, Kant, Hegel, Bergson gibi, felsefe tarihinin önde gelen figürlerini yeni bir okumaya tabi tutuyor.

Fakat dersleri asıl ilgi çekici kılan husus, Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’ adlı yapıtıyla bir hesaplaşmaya girişmesi.

Levinas ilk elden, Heidegger’in, nesnel zaman anlayışına getirdiği eleştiriler ile varoluşun kendine özgü zamansallığını bireyin ölümlülük koşuluyla yakın ilişki içinde ele alışını takdir ediyor.

Öte yandan Levinas, Heidegger’i, varlık, ölüm ve zaman gibi kavramları çözümlerken, temel varlık tasarısı içinde kaldığı için de eleştiriyor.

  • Künye: Emmanuel Levinas – Tanrı, Ölüm ve Zaman, çeviren: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, felsefe, 238 sayfa, 2021

Slavoj Žižek – Hegel ve Bağlı Beyin (2021)

Beyinlerimizin makinelere doğrudan bağlanacağı post-insan çağında insan olmak ne anlama gelecek?

Slavoj Žižek, Hegel’in gözünden bakarak hızla yaklaşmakta olan bu çağda insan olmanın anlamları üzerine düşünüyor.

Kitap, bağlı bir beyin etkin bir şekilde yaygınlaşırsa, insan ruhunun, öznelliğimizin başına neler geleceği; eğer post-insan çağına fiili olarak giriyorsak, bu olgunun insan-olmanın özünü yeni bir şekilde algılamamıza nasıl izin vereceği ve post-insanın daha üstün bir kusursuzluk aşaması mı yoksa insanlığın anlamsız hale geleceği bir süreç mi olduğu gibi hayati soruları tartışmasıyla dikkat çekiyor.

‘Hegel ve Bağlı Beyin’, sonlu bedensel varoluşumuz ve onun dayattığı sınırlamalar, insanın tinsel başarılarının ne anlama geldiği, yapay zekânın insanlık üzerindeki avantaj ve dezavantajları gibi son zamanların gündemdeki konuları üzerine derinlemesine bir felsefi soruşturmaya girişmek için çok iyi fırsat.

  • Künye: Slavoj Žižek – Hegel ve Bağlı Beyin, çeviren: İrem Taşcıoğlu ve Mehmet Öznur, Encore Yayınları, felsefe, 296 sayfa, 2021

Slavoj Žižek, Frank Ruda ve Agon Hamza – Marx Okumak (2021)

Genelde Hegel eleştirisi üzerinden Marx anlaşılmaya çalışılır.

Bu kitap ise, bunun tam tersini yaparak Marx’tan başlayıp ardından Hegel’e dönüyor.

Günümüzün önemli düşünürlerinden Slavoj Žižek, Frank Ruda ve Agon Hamza, Marx’ı yeni bir özgürleşme siyasetine zemin sunabilecek tarzda yeniden yorumluyorlar.

Çalışma, kapitalizmin içinde bulunduğu krize farklı bir yaklaşım getiren yaratıcı ve deneysel bir okuma sunmasıyla özellikle dikkat çekiyor.

Burada Marx hem Platoncu, hem Kartezyen hem de Hegelci bağlamda derinlemesine tartışılıyor.

  • Künye: Slavoj Žižek, Frank Ruda ve Agon Hamza – Marx Okumak, çeviren: Barış Engin Aksoy, Kolektif Kitap, siyaset, 169 sayfa, 2021