Warren Ward – Aşık Filozoflar (2025)

Warren Ward’ın bu kitabı, felsefenin yalnızca soyut düşüncelerden ibaret olmadığını, filozofların kişisel hayatlarının da düşüncelerini derinden şekillendirdiğini anlatıyor. Kitapta yedi büyük filozofun özel ilişkilerinin onların felsefi yaklaşımlarına nasıl yön verdiği inceleniyor.

Ward, filozofların aşk, tutku, dostluk, hayal kırıklığı ve hatta travmalarla şekillenen hayatlarını, onların kuramsal üretimleriyle yan yana getiriyor.

Mesela, Foucault arzunun sınırlarını zorladı, Derrida aşkı bile yapı bozuma uğrattı. İşte birkaç örnek:

  • Friedrich Nietzsche: Lou Andreas-Salomé’ye duyduğu yoğun ama karşılıksız aşk, yalnızlık, güç ve irade üzerine geliştirdiği fikirlerle birleşiyor. Onun “güç istenci” kavramı, kişisel hayal kırıklıklarıyla besleniyor.
  • Martin Heidegger: Öğrencisi Hannah Arendt ile yaşadığı yasak ilişki, özgürlük ve varoluş üzerine düşüncelerinde iz bırakıyor. Arendt’in de daha sonra geliştirdiği politik felsefeye bu bağın yansıdığı görülüyor.
  • Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir: Kitapta ayrı ayrı değil, çift olarak işleniyorlar. Özgür aşk ilişkileri, sadakat ve bağlılık kavramlarını yeniden tanımlıyor. Beauvoir’ın feminist varoluşçuluğu Sartre’la yaşadığı entelektüel ve duygusal ortaklıkla şekilleniyor.
  • John Stuart Mill: Harriet Taylor ile yaşadığı derin dostluk ve aşk, kadın hakları savunuculuğunu güçlendiriyor. Onunla kurduğu entelektüel bağ, özgürlük anlayışının en önemli kaynaklarından biri oluyor.
  • Søren Kierkegaard: Nişanlısı Regine Olsen’den ayrılması, aşkın ve inancın doğası üzerine geliştirdiği fikirlerin merkezinde yer alıyor. Bireyin Tanrı karşısındaki yalnızlığına dair düşüncelerini bu deneyim besliyor.

‘Aşık Filozoflar: Yedi Büyük Filozofun Aşk Hayatı Modern Düşünceyi Nasıl Şekillendirdi?’ (‘Lovers of Philosophy: How the Intimate Lives of Seven Philosophers Shaped Modern Thought’), filozofları yalnızca soyut kavramların temsilcileri olarak değil, aynı zamanda duygusal, bedensel ve kırılgan yönleri olan insanlar olarak ele alıyor. Bu yaklaşım, felsefenin kişisel olanla evrensel olan arasındaki gerilimini gözler önüne seriyor. Warren Ward, filozofların özel hayatlarını sansasyonel bir bakışla değil, onların düşünce üretim süreçlerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacak bir bağlamda inceliyor.

Sonuçta eser, modern düşüncenin gelişimini yalnızca aklın değil, aynı zamanda kalbin ve arzunun da belirlediğini gösteriyor. Bu bakış, felsefenin yaşamdan kopuk olmadığını, aksine hayatın en derin deneyimlerinden doğduğunu ortaya koyuyor.

  • Künye: Warren Ward – Aşık Filozoflar: Yedi Büyük Filozofun Aşk Hayatı Modern Düşünceyi Nasıl Şekillendirdi?, çeviren: Talha Aydın, Say Yayınları, felsefe, 360 sayfa, 2025

Simone de Beauvoir – J. P. Sartre ile Söyleşiler (2023)

Simone de Beauvoir soruyor, Jean-Paul Sartre cevaplıyor.

Bu kitap, hareketli ve canlı bir dönemin düşünce dünyasından pek çok ayrıntı sunduğu gibi, bu efsanevi çiftin kendilerine ve çevrelerine dair ne düşündükleri hakkında önemli ipuçları veriyor.

Kitaptaki söyleşiler 1974 yazında Roma’da, sonbaharda Paris’te gerçekleştirilmiş.

Simone de Beauvoir, bu söyleşilerle ilgili şunları söylüyor:

“Sartre zaman zaman yorgun oluyor, bana düzgün yanıt veremiyordu; kimi zamansa ben esin bulamayarak sudan sorular soruyordum.

Gözüme gereksiz görünen konuşmaları metinden çıkardım.

Geri kalanını ise kronolojik sıraya az çok uygun kalmaya çalışarak temalara göre sınıflandırdım ve kolay okunabilir hale getirmeye uğraştım.

Bilindiği üzere, bir kayıt cihazının sakladığı sözler düzgün biçimde yazılmış bir anlatıya pek yaklaşamıyor.

Ancak konuştuklarımızı yazı diline uygun şekilde baştan yazmak da istemedim, doğallığını korumayı tercih ettim.”

  • Künye: Simone de Beauvoir – J. P. Sartre ile Söyleşiler: Ağustos-Eylül 1974, çeviren: Hasan Can Utku, Everest Yayınları, söyleşi, 472 sayfa, 2023

Kate Kirkpatrick – Beauvoir Olmak (2022)

Dünyanın dört bir yanındaki kadınlara ilham veren ve birçok insanın düşünme şeklini değiştiren Simone de Beauvoir’ın büyüleyici bir portresi.

Kate Kirkpatrick, Beauvoir’ın feminizmle olan karşıt ilişkisine hatırı sayılır derecede yer veriyor ve buradaki tartışma oldukça zengin.

Kirkpatrick’in biyografisinin en güçlü olduğu yer, Beauvoir’ın etik taahhütlerinin sağlamlığını netleştirmesi ve de bunların savaştan sonra siyasi taahhütlere nasıl dönüştürüldüğünü açıklaması.

Yazar, Beauvoir’ın felsefesinin önceki biyografilerden çok daha ayrıntılı ve analitik bir açıklamasını sunuyor.

Kirkpatrick’in buradaki temel başarısı, Beauvoir’ın mantığını kendi hayatıyla ilişkilendirmiş olması.

Kirkpatrick, Beauvoir’ın yorumlarını, günlüklerini ve daha da önemlisi, hayatının sonuna doğru verdiği röportajları titizlikle araştırmış ve ortaya Beauvoir’ın yaşamının ve çalışmasının radikal ve yeni, kanıtlara dayalı bir okumasını çıkmış.

Beauvoir’a hem yaşamı boyunca hem de o zamandan beri yöneltilen olağanüstü küçümseme ve cinsiyetçi eleştiri selini ortaya çıkaran kitap, onu Jean-Paul Sartre’ın gölgesinden kurtararak kendi ışığına kavuşturuyor.

Bize neden Beauvoir’dan öğrenecek daha çok şeyimiz olduğunu gösteren çok önemli bir çalışma.

  • Künye: Kate Kirkpatrick – Beauvoir Olmak: Bir Yaşam, çeviren: Deniz Soysal, Ayrıntı Yayınları, biyografi, 416 sayfa, 2022

Simone de Beauvoir – Sartre’a Mektuplar 1 (2022)

Simone de Beauvoir, 1983’te Jean-Paul Sartre’ın ona göndermiş olduğu mektupları yayımlatmış, fakat kendisinin ona yazdıklarını gün ışığına çıkarmaya niyeti olmadığını belli etmişti.

Soran dostlarına, bunların ancak ölümünden sonra, bulunursa belki basılabileceğini söylemişti.

Söz konusu mektupları kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir, onun vefatının hemen ardından, Kasım 1986’da bir dolabın dibinde buldu.

Bu kitapta, “Mösyö Sartre”a hitaben yazılmış, çoğu zarfların içinde katlanmış halde bekleyen mektuplardan 1930-1939 yıllarına ait yüz kırkı bir araya geliyor.

Simone de Beauvoir, en eski hayallerinden birinin, tüm varlığının devasa bir kayıt cihazıyla kaydedilip bir yerlerde saklanması olduğunu sık sık söylerdi.

Onun sesini, en kırılgan ve en güçlü tonlamalarıyla duymamızı sağlayan ‘Sartre’a Mektuplar’, Simone de Beauvoir’ın iç dünyasını tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken, hiçbir konuda konuşmaktan çekinmeyen büyük bir 20. yüzyıl entelektüelinin sesini ve düşünsel evrenini de bugüne taşıyor.

  • Künye: Simone de Beauvoir – Sartre’a Mektuplar 1: 1930-1939, çeviren: Damla Kellecioğlu, Everest Yayınları, mektup, 452 sayfa, 2022

 

Simone de Beauvoir – Müphemlik Ahlakı Üzerine / Pirus ve Sineas (2022)

 

Simone de Beauvoir’den özgürlük ve özgürlük etiği üzerine eskimeyecek iki eşsiz deneme.

de Beauvoir burada varoluşçu ahlak, sonsuzluk, insanlık, ötekiler, eylem gibi sorularla özgürlüğün başat olduğu bir varoluşu tartışıyor.

Yirminci yüzyılın en etkili yazar ve düşünürlerinden de Beauvoir’ın bu kitapta bir araya gelen ‘Müphemlik Ahlakı Üzerine’ ile ‘Pirus ve Sineas’ başlıklı felsefi denemeleri sırasıyla 1947’de ve 1944’te yayımlandı.

‘Müphemlik Ahlakı Üzerine’, varoluşçuluğun temelindeki özgürlük ve bu bağlamda varoluşçu bir ahlak için ihtimallere dair bir sorgulamayı içerir.

Yazar felsefi birikime, Sartre, Montaigne, Kant, Hegel, Kierkegaard gibi düşünürlere dayanarak insanlık durumunun müphemliğinin kabulü ve bu kabule dayalı bir ahlak üzerine düşünür.

Beauvoir’ın ilk felsefi denemesi olan ‘Pirus ve Sineas’ Plutarkhos’un bir metninde geçen, Kral Pirus ile Sineas arasındaki bir konuşmadan yola çıkarak sonsuzluk, insanlık, ötekiler, eylem gibi sorularla özgürlüğün başat olduğu bir varoluşu tartışır.

Her iki metin de varlığını hep koruyan özgürlük ve özgürlüğün etiği sorusuna rehberlik eder.

  • Künye: Simone de Beauvoir – Müphemlik Ahlakı Üzerine / Pirus ve Sineas, çeviren: Gülçin Kaya-Rocheman, Everest Yayınları, deneme, 240 sayfa, 2022

Zeynep Direk – Çağdaş Kıta Felsefesi (2021)

Yirminci yüzyıl Kıta Avrupa felsefesinin başlıca aktörleri, ana güzergâhları, önemli kavramları ve savları hakkında çok iyi bir giriş.

Zeynep Direk’in güncellenmiş ve genişletilmiş bir baskıyla yeniden okurun karşısına çıkan kitabı, özellikle alanın temel metinleriyle ilişki kurmak isteyen okurların işini kolaylaştıracak türden.

2000’li yıllardan bu yana Kıta Avrupa felsefesi dersleri veren Direk’in çalışması, çağdaş felsefe okumak isteyen ve Bergson, Husserl, Heidegger, Arendt, Sartre, Simone de Beauvoir, Merleau-Ponty, Levinas, Derrida ve Deleuze gibi düşünürlerle tanışmak ve felsefi bir ilişki kurmak isteyen okurlara faydalı olacaktır.

  • Künye: Zeynep Direk – Çağdaş Kıta Felsefesi: Bergson’dan Derrida’ya, Fol Kitap, felsefe, 304 sayfa, 2021

Deniz Soysal – Beauvoir Dersleri (2016)

Simone de Beauvoir’in, klasik yapıtı ‘İkinci Cinsiyet’teki ‘Evli Kadın’ ve ‘Anne’ bölümleri üzerine derinlikli bir inceleme.

Deniz Soysal bunu yaparken kadına sunulan evlilik yazgısının kaynağını, aşk ve cinselliğin evlilikteki yerini ve evli kadının ev işleriyle kurduğu ilişkinin sonuçlarını, bilhassa Beauvoir’in “içkinlik” ve “aşkınlık” kavramları bağlamında sorguluyor.

  • Künye: Deniz Soysal – Beauvoir Dersleri, Belge Yayınları

Tony Judt – Kusurlu Geçmiş (2020)

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasındaki Fransız fikir hayatı üzerine, her ne kadar anti-komünistliğiyle de meşhur bir yazarın kaleminden çıkmış olsa da, önemli bir inceleme.

Tony Judt burada, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransız entelektüellerinin Avrupa kültürel ve siyasal yaşamı içindeki seçkin rolünü çok yönlü bir bakışla irdeliyor.

Fransa’nın 1944’te işgalden kurtuluşunu izleyen yaklaşık on iki yıllık döneminde daha çok Fransız entelektüel, yazar ve sanatçı kuşağının çatışmalarını merkeze alarak ilerleyen Judt, komünizmin bu kesim tarafından nasıl değerlendirildiğini, Stalin’e ilişkin karmaşık tutumların bu kuşağın siyasi ve felsefi tavrına nasıl yön verdiğini ve Doğu Avrupa’da yeni kurulan sosyalist devletlerin bu kuşakta nasıl karşılık bulduğunu tartışıyor.

Judt bunu yaparken de Jean-Paul Sartre, Albert Camus ve Simone de Beauvoir gibi önde gelen isimler kadar Katolik felsefeciler, bağımsız gazeteciler, komünist ve komünist olmayan edebiyat eleştirmenleri ve şairler gibi geniş bir entelektüel kesimin tutumuna da bakıyor.

  • Künye: Tony Judt – Kusurlu Geçmiş: Fransız Entelektüelleri, 1944-1956, çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 320 sayfa, 2020

Simone de Beauvoir – İkinci Cinsiyet (2019)

 

İkinci dalga feminizmin kurucu metinlerinden olan ‘İkinci Cinsiyet’, yeni ve yetkin bir çeviriyle raflardaki yerini aldı.

Simone de Beauvoir’in ilk kez 1949’da yayımlanan kitabı, yayımlandığı günden başlayarak özellikle feminizm ve toplumsal cinsiyet alanlarında çalışanlar için bir başyapıt oldu.

Beauvoir, “ikinci cins” ve “öteki cins” kavramlarının ne ifade ettiğini ve dünya tarihinin ilk zamanlarından başlayarak kadınların nasıl öteki konumuna düşürüldüklerini gözler önüne seriyor.

Beauvoir’e göre, insan kadın olarak doğmaz, sonradan kadın olur; zira insanın dişisinin ya da erkeğinin toplum içindeki görünüşünü ya da konumunu belirleyen herhangi bir biyolojik, ruhsal ya da kalıtımsal temel yoktur.

Beauvoir’a göre kadın, kendine has bir durum tarafından, tarih boyunca farklı koşullar altında yeniden üretilen Başkalık durumu tarafından belirlenmiştir: Kadın ile erkek arasında eşitsizlik vardır, kadın ikinci cinsiyettir ve hem bireysel hem de toplumsal bakımdan ezilmiştir.

Bu durumun temelinde yatan öncesiz sonrasız kadınlık efsanesi, ataerkilliğin başlıca unsurlarındandır. Ataerkillik sadece kadını değil, erkeği de bu çerçevede üretir ve belirler.

Kitabın Türkçe çevirisi için de birkaç noktaya değinmekte fayda var:

Kitabın çevirmeni Gülnur Acar Savran, hem feminist düşüncenin tarihini hem de varoluşçuluğun dilini çok iyi bilen isimlerden.

Kitabın önsözü de toplumsal cinsiyet alanındaki çalışmalarıyla bildiğimiz Zeynep Direk tarafından kaleme alınmış.

Sonuç olarak feminist düşünce okumalarında kullanılabilecek çok temel bir metnin Türkçeye böylesi yetkin bir çeviriyle yeniden kazandırılması harika bir haber.

  • Künye: Simone de Beauvoir – İkinci Cinsiyet, çeviren: Gülnur Acar Savran, Koç Üniversitesi Yayınları, feminizm, 2019

Hannah Stark – Deleuze’den Sonra Feminist Teori (2019)

Güncel feminist teorinin karşı karşıya kaldığı sorunlar nelerdir ve bunların aşılması için ne gibi çözümler ortaya konabilir?

Hannah Stark tam da bu sorunun yanıtını arıyor ve bunu yaparken de, 20. yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Gilles Deleuze ile feminizmi diyaloga sokarak daha kapsayıcı ve daha radikal bir feminizmin imkânları üzerine derinlemesine düşünüyor.

Sadece Deleuze’ü değil, aynı zamanda Simone de Beauvoir, Rosi Braidotti, Judith Butler, Elizabeth Grosz ve Luce Irigaray gibi önde gelen düşünürlerle Deleuze arasında köprüler kurmasıyla da dikkat çeken çalışma, toplumsal cinsiyet, beden, arzu ve politika gibi güncel konu ve kavramları yeniden yorumluyor.

Stark’ın çalışması, feminist teorinin Deleuze’ün fikirlerine getirdiği eleştirileri de ihmal etmeden, Deleuzecü düşüncenin feminist teoriye ne gibi katkılar sunacağını irdelemesiyle dikkat çekici.

Kitabın bir diğer önemli katkısı ise, Anglo-Amerikan ve Fransız feminizminin yanı sıra, Avustralya’da ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde ortaya çıkmış feminist düşüncenin feminist teori içindeki yerini bütünlüklü bir şekilde saptaması.

  • Künye: Hannah Stark – Deleuze’den Sonra Feminist Teori, çeviren: Yonca Cingöz, Otonom Yayıncılık, feminizm, 184 sayfa, 2019